Saturday, August 05, 2006

Sohbet Kalmamış

Güzel bir sohbet için bilgi ve fikir, fikri anlatabilmek için yeterli bir dil  ve sesi duyurmak için dinleyen dostlar gerekir.  Bizde kalmamış: ne birikim ne mahremiyet ne nezaket!

Sunday, May 07, 2006

samimiyet (o şimdi mazi)


son dönemlerde toplumun her tabakasından insanın arabalarının arkasında o şimdi asker! ibareli uyarılar yazılıyor(ne diyelim hayırlı teskereler) ,sanırım samimiyet duygusu içinde o artık mazi yazısı yapıştırılabilir.

bundan 60-70 yıl öncesinde yani 2 kuşak önceleri,insanlar dar sokaklarda yürürmüş,araçlar yavaş ilerlermiş,konuşmalar yavaşmış birisiyle konuşurken mimikleri gülüşü,kullanılan bir kelime karşısında ruhunda kopan fırtınalar daha iyi anlaşılırmış,neden?...çünkü aheste aheste yapılan ve gerçekten odaklanılan bir iş var orta yerde....işte buna samimiyet diyebiliriz.

günümüz ileri toplumlarında hızlı araçlar,hızlı müzikler,hızlı konuşmalar,hızlı yemekler...sonuç samimiyetsiz ,maskeler ardından yürütülen ilişkiler ve meydana gelen zincirleme sosyal trafik kazaları...dedik ya o artık mazi ,ilişkiler ise gazi....

sözü uzatmaya gerek yok,bir gün şu an askerde olanlar geri gelecek askerlik anılarını bire bin katıp anlatacak...samimiyet ise sanırım artık geri gelmez ona göre gardımızı almamız gerekiyor.

bir söz:her sakallıyı deden sanma!!!

Tuesday, April 25, 2006

bu... yapıdır!

photo:www.ntvmsnbc.com

Sunday, April 23, 2006

herkezi memnun etmek mi???


Hoca komşu köye gitmek için yola çıkar. Yolda bunları gören bir köyün delisi gülerek:- “Hocam eşeğin boşta ama siz yürüyorsunuz.” Deyince Hoca hemen oğlunu eşeğe bindirmiş...

giderken yolda karşılaştıkları bir ihtiyar:- “Ayıp kardeşim, ihtiyar babasını yürütüyor kendi eşeğe binmiş.” Diye Hoca’nın oğlunu yadırgar. Bunun üzerine Hoca eşeğe kendi biner...

Biraz sonra bir grup kadın karşılarına çıkar:- “İnsaf et Hocam el kadar çocuğu yürütüyorsun kendin eşeğe biniyorsun.” Derler. Hoca tutar oğlunun elinden ve arkasına oturur ve beraber yola devam ederken...

katırcı ile karşılaşırlar katırcı:- “Yazık Hocam zavallı bir eşeğe bu sıcakta iki kişi binilir mi hiç?” Sonunda Hoca dayanamaz hayatta bir kişinin herkesi memnun etmesi mümkün değildir der ve oğluyla birlikte eşeği sırtlanıp giderler...

Saturday, April 22, 2006

ankara güncesi



ankara kelimesi nedendir bilemiyorum ,aklıma hep sonbaharı getirir.Çocuklukta görülen bir manzara bir kare resimdir belki bunun sebebi ama hep hüzün hep bir sarı yaprak...

nisan ayının başında rutin bir sınav için ankaradaydık.Nüfusu 10.000 olmayan bir ilçeden başkente giden demir bir yol,karanlık gecenin ortasında salınan bir tren ,uykulu gözler ve düşünceler...

büyük şehir ankara,büyük olmak kalabalık olmak değil ,karışıklıkta değil;gerçek büyüklük adam gibi yaşamak adam gibi bir yerden bir yere gidebilmek...büyüklük bu...(misal;metro resmi)

geniş caddeler ama yinede türkiyenin 4 köşesinden gelen bir kalabalık nedeniyle (sanırım havanın da etkisi ile) o koca kaldırımlar insanlara yetmiyordu.

birbirine bakan ama görmeyen bir kalabalık,o an insan gerçek yalnızlık bu mu acaba diye aklına getirmeden edemiyor...

3 gün sonrasında aynı trenle cam kenarında yanımdan akan ankara ovası zamanın hızlı akışını aklıma getiriyordu,çocukluğun sonbaharlık ankarası,ergenliğin puslu aydınlığı ve farkındalığın farkında olmayan zerreler yığını....bu hikaye nereye gider?

Wednesday, April 19, 2006

teşekkürler

teşşekkürler....Alexander Graham Bell (3 Mart, 18472 Ağustos, 1922)

Thursday, March 30, 2006

sen de hoşgeldin!















çok şükr.....

seni görmek çok güzel,özlemiştik....

(zihinlerdeki soru):kaç bahar daha geçecek?